Sevgili peygamberimiz buyuruyor ki; Ölmeden önce ölünüz. Ne kadar farklı bir yaklaşım değil mi? İnsan bir kere doğar ve bir kere ölür. İkinci bir ölüm olur mu? Veya ölmeden önce nasıl ölünür? İşte hayatın, yaşamın, insan olmanın, değer vermenin, değer katmanın sırrı bu cümlede yatmaktadır.
İzmir Depremi, Salgın hastalıklar ve hayatın getirdikleri bize bazı şeyleri öğretti. Kuranı kerime bakalım ve ondan sadece iki örnek verelim. Yüce Mevla’m buyuruyor ki; Allah’ın izni olmaksızın hiçbir canlı için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını isterse, ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (Ali İmran 145)
Ey iman edenler! İnkâr edenlerle yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada ölen kardeşleri için, yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah yaptıklarınızı görendir. (Ali İmran 156)
Baştan sona kadar gözyaşları içinde seyrettik deprem ve yaşadığımız acıları. Acı hepimizindir, sevinçler de hepimizindir. Hele felaketler başımıza yağarken inanan, inanmayan ayrımı yapmadan herkes için insanların eşit düşünmesi gerekmektedir. İdare edenler, yönetenler, yardım elini uzatanlar, bir cana ulaşmak için çaba sarf edenler, asla ayrım yapmadan hizmete koşmalıdırlar. Nitekim bu deprem bunu bize gösterdi. Devlet bütün kadroları ile hayırseverler can ve malları ile bu insanlarımızın yanında oldular. Allah, DEVLETİMİZE VE MİLLETİMİZE ZEVALVERMESİN. Orada olup canlar ile can olanlardan, üzülenler ile beraber üzülenlerden Allah razı olsun. Herkes görevini en iyi şekilde yaptı. Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın.
Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez, hiç kimsede hayata devam edemez. Kediler, köpekler belki görmediğimiz başka canlılar kurtuldular. Ölenler öldüler. Bakın onca insanımız öldü. Niceleri hastahanelerde inliyorlar. Ama evlat ölürken, anne baba yaşadı. Bebeler o korkunç manzaradan sağ çıktı da anne babalar ölüp gittiler.
Herkesin ömür sermayesi tayin edilmiştir. O sermaye bitmeden kimse ölüm denilen yolculuğa çıkamaz. Kim ne yaparsa dünyada, alır karşılığını ahirette. İzmir depreminden benim aldığım şudur. İnsanların kaza ve kader inancında ciddi boşlukların olduğudur. Ölenler için; şöyle olsaydı ölmezdi, yaşayanlar için ise kurtuluşlarının hep eşyalara veya farklı işlere bağlantı yapılmasıdır.
Efendiler! Yaşatan da Allah’tır. Öldürende Allah’tır. Ve gelin bu bilinçle hareket edelim. Bizi yediren, içiren, yaşatan ve öldürenin Allah olduğuna inanalım. Yaşıyorsak, Allah bir sebep yaratmıştır. Sebepler değil, bizi Allah korumuştur. Bu musibetlere sabretmek, TEDBİRLERİMİZİ ALMAKLA biz, bize düşen görevimizi yapmış oluruz. Ömür sermayesi uzamaz ve kısalmaz. Doğduğumuz gün ölüme bir gün yaklaştığımız gündür. Ama gerçek ölüm gelmeden önce ölmek gerekir.
Biz teslim olmalıyız. İnanmalıyız. Ruhumuzu arındırmalıyız. Ölmeden önce ölüme hazırlıklı olmalıyız. Eğer hazırlıklı olur, bize düşen tedbirleri alır ve yapmamız gerekenleri hakkıyla yaparsak bize ölüm vuslattır. Dünya hapishanesinden ahiret yurduna geçiş için terhistir. Hazır olmak ümitli olmaktır. Hastalıklar, salgınlar gibi depremleri yaşayanlar Allah’a sığınmalıdırlar. Allah’a kul olmaya karar vermelidirler. Dizlerimizin bağı çözüldü sallanırken değil mi? Ya kıyamet koparken ne yapacağız? Ya mahşer yerinde toplanırken, hesap verirken, sırattan geçerken ne yapacağız? Lütfen düşünün. Allah’tan uzaklaşmayalım. Sebepleri yaratanda Allah’tır, sebeplerle yaşatanda Allah’tır. Allah’ın yerine başka işleri ortaya sürmeyelim.
Ölmeden önce ölmek, yarına hazırlıklı olmak hayatımıza ve kendimize değer katmaktır. Allah böyle acıları yaşatmasın. Bebeklerimiz göçük altından çıkarıldılar. O masumlar gülünce Türkiye güldü. Allah masumları hep güldürsün ki Milletimiz gülsün. Eğer ölmeden önce ölmeyi becerirsek HÜRRİYETİMİZE KAVUŞURUZ. Yazımız uzasa da bu olayı sizlerle paylaşmalıyım.
Mesnevide anlatılır. Bir tüccar Hindistan’a gidecektir. Ev halkına isteklerini sorar. Siparişleri alır. Evde bir canlı daha vardır. Papağan. Ona da sorar bir arzu isteğinin olup olmadığını. Papağan, yana yakıla kafeste ki esaretinden dem vurarak¸ gittiğin yerde ki hemcinslerime sor. Deki benim papağanım evimde esirdir. Sizin bu konu ile görüşleriniz nedir. Size selam söyledi deyiver, der. Tüccar peki der.
Gider Hindistan’a satacaklarını satar, alacaklarını alır. Papağanını unutmamıştır. Bir orman kenarında oturmuş dinlenirken orada ki Papağanlara evindeki papağanın selamını iletir. Durumu söyler. Tüccarın sözlerini dinleyen papağanlardan biri öyle feryat eder ki, bayılır düşer. Bütün papağanlar kaçmıştır. Bayılan düşen de öldü diye Tüccar yürüyüp gelmiştir. Evine geldiğinde herkesin hediyelerini verir. Papağan sorar. Efendim benim dediğimi yaptın mı? Hemcinslerim bana ne tavsiyede bulundular? Tüccar; evet senin siparişini de yerine getirdim. Fakat bir şey anlamadım. Senin durumunu anlattım. Papağanın biri öyle feryat etti ki, birden düştü ve öldü. Diğer kuşlar uçtu gittiler. Ben de yürüdüm geldim, der. Aynı anda kafesteki Papağan birden öyle bir feryat ederek kendini yere atar ki kimse bir şey anlamaz. Papağan ölmüştür. Biraz beklerler. Tüccar Papağanını alır bahçeye koyar. Papağan birden canlanır uçar ve dala konar. Tüccar şaşırmıştır.
Sen ölmedin mi? Hayır ölmedim der. Sen bana en büyük hediyeyi getirdin. Benim akrabam bana ölmeden önce ölmeyi anlatmış. Eğer sen bu haberi bana getirmeseydin, ben de ölmeden önce ölmeyi beceremeseydim şimdi hürriyetime kavuşamazdım, der ve uçar gider.
Unutmayalım ki bizler dünya da bir kafesteyiz. Bazen günah bazen sevaplar işleriz. Ama hürriyetimize kavuştuğumuz zaman hürriyetin tadını çıkarmamız gerekir.
Cuma da cem olalım. Dualar edelim. Kafesten hürriyetimize kavuşabilmeyi isteyelim. Kafesimizde yaşarken de sağlık sıhhat ve afiyetler dileyelim.
Selam ve dualarımla.
Saim ORAL, Kartal 06.11.2020