Suriye konusunda ‘macera’dan uzak durmak ve uluslararası toplumla uyumlu davranmak, içeride de ‘evimizi tertipli’ tutmak zorundayız. ‘Evin içi’ çok önemli.  Hem iyi gitmekte olan ekonomiye, hem de netameli olan demokrasi ve Kürt sorunlarına itina etmek şart.

 


Önümdeki kâğıda not düşüyorum:  Suriye: Bir ülkenin ordusu, bir yıl içinde o ülkenin tüm şehirlerini bombalamışsa, bir yılda o ülkenin 9 bin vatandaşını öldürmüşse, o ülkenin rejimi daha ne kadar ayakta kalabilir ki?
Mazlumla zalim...
Aynı kaba konabilir mi?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, danışmanları ve gazeteciler bir masanın etrafında Suriye‘yi konuşuyoruz geçen cuma günü.
Yorgun yüzler!
Nasıl olmasın ki?
Bütün oynak dengelerin bıçak sırtında her an oynaştıkları bir bölgede, gittikçe parlayan bir yangının kıyısında, Türkiye’nin dış politikasını duvara toslatmadan, Türkiye’yi maceralardan sakınarak ve birden çok ipte oynayarak cambazlık yapıyorlar.
İşleri hakikaten zor dış politika kurmaylarının. Ama steril bir Avrupa ülkesinde diplomat olmaktan çok daha zevkli değil mi, Türkiye’de diplomat olmak...
Peki, akan kan nasıl duracak?
Ateşkes kalıcı olabilecek mi?
Esad’dan kurtulacak mı Suriye?
Annan planı işe yarayacak mı?
Davutoğlu’nun önüne bir not konuyor: Suriye’de, cuma namazı çıkışında 31 farklı yerde gösteri yapılıyor, havaya ateş açıldığı söyleniyor ama 11 ölü...
Dışişleri Bakanı Davutoğlu daha çok yazılmaması kaydıyla konuşuyor.
Bir sözünü not ediyorum:
“Bir deprem yaşıyoruz bölgede, çok kritik bir süreçten geçiyoruz.”
Bir sözü de şu Davutoğlu’nun:
“Tarihin akışında doğru yerde durmak!”
Suriye’de Beşar Esad’ın doğru yerde durmadığı çok açık. Bu yüzden devrilmeye mahkûm. Ama zaman kazanma çabasında. Zaman kazandıkça da kan gölü derinleşiyor.
Maalesef zaman kazanabiliyor.
Nedenlerine gelince...
Amerika’da yaklaşan başkanlık seçimi, Rusya’yla Çin ve İran’ın kendi çıkarları, İsrail’in alternatif korkusu, Arap dünyasındaki yakın geleceğe dönük tereddütler, Şam’da tarihin akışına ters düşen kanlı Baas diktasının ömrünü uzatıyor.
Türkiye haklı olarak tedirgin.
1991’deki Körfez Savaşı’nda 500 bin Iraklı Kürt Türkiye sınırına dayanmıştı.
Yine böyle büyük bir insanlık trajedisi ile karşı karşıya kalabilir Türkiye. Suriye’yle 900 kilometrelik sınırımız var; bir milyon kişi bir anda kapımızı çalabilir.
Not ediyorum:
“Türkiye her ihtimale karşı hazırlıklı!”
Suriye’ye girmek de dahil mi buna? Her ihtimale karşı hazırlıklı olmak bunu içeriyor olsa da,  müdahale en son çare olarak gündemde tutuluyor.
Anlaşılan o ki, Türkiye kesinlikle tek başına kalmak istemiyor Suriye’yle; sonuna kadar uluslararası toplumla birlikte oynamaktan yana.
Doğru olan da bu.
Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahaleye teşne bir ülke gibi gösterilmesinden fena halde rahatsız Ankara. Bu havanın bazı dış odaklarca kasıtlı olarak pompalandığını düşünüyor ve bu açıdan haklı argümanları var.
‘Ateşin sıcaklığı’nı en çok hisseden ve daha çok hissedebilecek olan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Bu yüzden, Suriye’deki yangını kontrol altına alıp zamanla söndürmek ve Beşar Esad’la rejiminden kurtulmak, Türkiye için bugün bir numaralı konu...
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu dinlerken aklıma takılıyor:
Türkiye elindeki kartları abartıyor mu?
Günlük deyişle:
Fazla mı şişiniyor?
Bu sorularda haklılık payı yok değil.
Soğuk Savaş dönemini, 1978’in Başbakanı Ecevit’i anımsıyorum. Amerika’ya posta koyup “Duvarın öbür tarafına atlamak”tan, yani blok değiştirmekten söz ettiği, içeride çok alkış aldığı bir dönemde, Batı Almanya’nın sosyal demokrat Başbakanı Helmut Schmidt Bonn’da nazikçe uyarmıştı Ecevit’i:
“Elinizdeki kartları abartmayın!”
Evet, bir deprem yaşanıyor bölgede. Çok kritik dönemden geçiliyor. Yangın var, daha da parlayabilir. Ve ateşin sıcaklığını en çok biz hissediyoruz.
Suriye kendini bir iç savaşın içinde bulabilir. Irak’ta Şiilerle Sünniler, Kürtler arasında gerginlik her geçen gün artıyor. İran’a İsrail vurabilir mi sorusu güncelliğini koruyor.
Türkiye böyle bir noktada!
Bölgemiz tımarhane!
Tarihin akışında doğru yerde durmaktan başka çaremiz yok. ‘Zamanın ruhu’nu yakalamak istiyorsak, bir yandan dışarıda maceralardan uzak durmak ve uluslararası toplumla mutlaka uyumlu davranmak, öte yandan içeride ‘evimizi tertipli, düzenli’ tutmak zorundayız.
Evin içi özellikle önemli.
Burada hem iyi gitmekte olan ekonomiye, hem de demokrasi ve Kürt sorunlarına itina etmek, özen göstermek var.