Yaşlı başlı amca doktora gitmiş...
- Hayrola şikâyetiniz nedir?
- Cinsel gücüm hemen hiç kalmadı doktor...Tık yok...
- Kaç yaşındasınız?
- Seksen...
- E bu yaşta böyle olur gayet normal...
- Ama doktor bey, arkadaşım Necmi benden 5 yaş daha büyük olduğu halde haftada iki kere eşiyle birlikte olduğunu söylüyor...
Doktor gülmüş:
- Sen de söyle amca, demiş, söylemende bir sakınca yok...
Cumhurbaşkanı Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek falan uzun tutukluluğa karşı olduklarını söylediklerinde aklımıza yukardaki fıkra geliyor. Yalnızca söylüyorlar. Ki onda da sakınca yok. Ama tutuklular hapiste dördüncü yılı dolduruyor. Hâlâ karar yok... Sadece dosyalar birbirine eklenerek tutukluluk süresi arttırılıyor.
* * *
Afyon’da açık alanlarda içki içilmesi yasaklandı. Tepkiler üzerine Vali Bey içki yasağını yumuşattı, yalnızca parklarla sınırladı. Zaman içinde yasaklar tekrar genişleyebilir. Tek tip yaşama doğru adım atıyoruz çünkü. Bu işler böyledir...
İranlıya, Humeyni döneminin Şah dönemine göre farkını sormuşlar. Yanıtı:
- Eskiden dışarda içer evde ibadet ederdik, şimdi dışarda ibadet edip evde içiyoruz...
Füniküler...
Başbakan Erdoğan’ın Trump Towers’ı açarken Türkçe deyimler kullanılmasını istemesi hem İstanbullu hem dile saygılı bir yurttaş olan Yaşar Yılmaz’ı cesaretlendirmiş. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a gönderdiği mektupta “Füniküler” gibi sözcüklerin Türkçesini kullanmayı öneriyor... Diyor ki:
“Taksim ile Kabataş arasındaki kasnaklı kayışlı, vargel sisteme, Fransızca Füniküler yerine Türkçe ‘Vargel’ denemez mi?“
Taksim - Kabataş Füniküler’i yerine “Taksim-Kabataş Vargeli” diyemez miyiz?
Neden olmasın...
Şurda burda içki yasağı, tiyatrolarda muhafazakâr sanat, televizyona sansür... gibi gelişmelerden sonra artık rahatça söylenebilir: İktidarın gizli gündemi
“gizlilik” özelliğini kaybetmiştir...
Özelleştirme ihalelerinde son sözü Bakanlar
Kurulu söyleyecekmiş.
Seçilmişler dünya kadar parayı atanmışların
takdirine bırakacak değildi tabii...
Haldun Ertem
Orhan Boran
Türkiye’nin ilk talk show’cusu... Radyo çağının en görkemli konuşmacısı... Ülkeyi fıkralarıyla güldürmüş, düzenlediği yarışmalarla heyecanlandırmış bir sevgili adam... Orhan Boran anlatmıştı:
“Günlerden bir gün belediye otobüsünde giderken otobüs biraz sıkışıkçana, oturduğum sıraya hoş, cazip ve de güzel bir genç kız dayandı. Pek anlam veremediğim bir şekilde beni süzünce göz göze geldik,
- Beyefendi, beyefendi insan bayana yer verir, der gibi bakınca kalkıp yerimi kızım yaşındaki evladıma verdim. Bu sefer de ben soran bakışlarla ona bakıyorum. Hanım kızım izahat vermek zorunda kaldı:
- Hamileyim de, dedi...
- Öyle mi yavrum kaç aylık?
- Vallahi daha iki saat oldu, dizlerim bile hâlâ titriyor, demesin mi?”
Orhan Boran bunu anlattıktan sonra ekledi:
- Zamane çocukları bir harika... Biz onların zamanında çocuk nasıl olur onu bile bilmezken onlar bugün nasıl olmayacağını bile çok iyi biliyorlar...
Bankalar ve biz...
Bankaları övmek için yazıldı bu şiir.
Para şıkırtısı neymiş gör, hele bir bankadan içeri gir!
Bir de garip bir ses duyacaksın, ne kadın sesi o, ne su şırıltısı,
Bilirim, duymuşluğun yok, o, binlik bangınotların hışırtısı.
Paraya muhtaç olanlardan gayrısına açılır kredi.
Sizi bilmez miyim hiç, anlı şanlı bankerler, nasıl da kılı kırk yararsınız!
Siz, ev kirasını ödemek için borç istemeye gelen vatandaşları
kuruş koklatmaksızın dehliyebilen milli kahramanlarsınız.
Evet. Siz, çocuğum doğacak diye iki yüz lira borç istemeye
görsün bir dar gelirli, maymunlara zart zurt eden
Tarzan edasiyle bakarsınız suratına,
“İşine git, oğlum!” dersiniz, “Ne sandın burasını? Burası ne
tefeci Şakir, ne emanetçi Sultana!”
Ama diyelim ki bir kalantor zat çıktı geldi bankanıza, olur a,
milyonunu çiftleştirmek istemiş canı,
Bak, o zaman koruyucu melek kesilirsiniz. “Arzunuz, emriniz”
demeye kalmaz, toslarsınız milyonu.
“Madem bir milyonu var, değil mi ya niye iki milyonu olmasın?”
derken hazret, iki milyon daha istemeye kalkar,
“Baaşüstüne’yi bastırırsınız hemen, değil mi ki elde iki milyon
emniyet akçesi var.
Münasip buyurmuşsunuz” der toplanınca banka idare heyeti,
“Bütün istediğimiz bizim, kalkındırmak memleketi.”
Kuzum, bankaları yerdiğim sanılmasın sakın,
Bilmez miyim ne büyük işler çevirdiklerini onların!..
Bilmez miyim, sağlığını, mutluluğunu korumak için beş on kuruş
istedikleri vakit, o serserileri nasıl kapı dışarı ettiklerini! Bilmez
miyim, Mukaddes Para’ya dil uzatmak ne demekmiş anlasınlar
diye, bilmez miyim o insanları nasıl açlıktan öldürdüklerini!...