Adalet bunun neresinde diye isyan ediyorum ama, yine de ‘süper final’le futbol heyecanının uzamış olmasından mutsuz sayılmam. Fenerli dostlar da sevindirik olmasın, daha dört hafta var, iki puan da öndeyiz hâlâ. Ve bu Galatasaray çok iyi takım...
Bu yazı gecikti. Derbi günü, derbinin ertesi günü yazabilirdim.
Olmadı, yazamadım.
Sonuç öylesine içime oturdu ki, öylesine içime sindiremedim ki Arena’daki yenilgiyi, oturup yazamadım.
Hiç ama hiç hak etmedik.
O manşeti anımsıyorum:
Eze eze yenilmek!
Aynen böyle oldu.
Kötü oynasak içim yanmazdı. Rakip Fenerbahçe de olsa, kötü oynadık yenildik der geçerdim, ertesi gün de unuturdum.
Bu kez böyle olmadı.
Hâlâ içim yanıyor.
Kaçırdığımız goller gözümün önünden bir türlü gitmiyor.
Maç boyunca korkunç bir hakimiyet kur, ikinci yarının neredeyse tamamında rakibini kendi sahasına hapset, pozisyon üstüne poziyon yarat.
Ama sonunda kaybeden sen ol.
Adalet bunun neresinde?..
Futbolun adaleti yoktur denir.
Ama bu kadar da olur mu?
Üç gün geçti.
İnanın, hâlâ içim yanıyor.
Tribünde saçımızı başımızı yolduk.
Olacak şey mi?
Aydın geliyor, atamıyor.
Necati geliyor, atamıyor.
Elmander geliyor, atamıyor.
Engin geliyor, atamıyor.
Onlar atamadıkça, biz kendimizi yerlere atıyoruz tribünlerde.
Acı çekiyoruz.
Bitmek bilmiyor çilemiz.
Aman Allahım!
Bir daha geliyor Aydın, vuruyor üstten dışarıya. Bir daha geliyor Necati, yaradana sığınıp patlatıyor ama olmuyor, Fener kalesinde devleşen Volkan’da kalıyor.
Bir daha, bir daha...
Çerçeveyi bulamıyor, atamıyoruz.
Şu topa şöyle bir soğukkanlı vurmak da yok mu? Yumuşatıp köşeye, ters köşeye yuvarlamak...
Ya da topun dibine şöyle bir dokunup kalecinin üzerinden, sağından solundan filelere göndermek...
Ne diye her seferinde gözümüzü karartıp, kapatıp Allahına kadar abanıyoruz ki topa?
Son vuruşları neden yapamadık?..
Topu her seferinde ne güzel organizasyonlarla getirip getirip, Fener kalesi önünde neden hep panikledik, serinkanlı vuramadık o toplara?..
Ne bileyim, belki de hariçten gazel okumak kolay.
Ama taraftar böyledir, gol ister.
Golü kaçıranı şeytanlaştırır, bir kaç dakika sonra golü atınca da sırtına alır taşır onu... Taraftarlık ya da fanatiklik böyle bir şeydir.
Yoksa başka türlü elli bin kişi yek vücut doksan dakika boyunca çılgınlar gibi bağıra çağıra destekler mi takımını?..
Biz maç boyunca, hele 1-1’den sonra girdiğimiz mutlak gol pozisyonlarının sayısını şaşırdık.
Elin oğlu, doksan dakikada topu topu üç pozisyon yakalayabildi, ikisini gole çevirdi.
Evet, adaletin bu mu dünya?
İçim yanıyor.
9 puan önde bitir, 34 maçlık lig maratonunu. Sonra dört puanını silip, müthiş averajını çöpe atıp, üstüne üstlük beraberlik avantajını da rakibine verip, hadi bakalım bir daha oyna desinler.
Neymiş, süper finalmiş.
Daha önce de isyan etmiştim, adalet bunun neresinde diye...
Yine isyan ediyorum.
Ama bu kez futbolun adaletsizliğine...
Elbette biliyorum, futbolda bu vardır. Belki de futbolun her türlü sonuca açık olmasıdır onu güzel yapan, heyecanlı kılan.
Bazen olmayınca olmaz.
Top seni sevmez.
Ne yapsan atamazsın.
Bazen oynadığın oyunla skor levhası aynı şeyi yazmaz, eze eze yenilirsin.
Pazar gecesi de böyle oldu Arena’da, saçımızı başımızı yolduk, kahrolduk. Ama Fatih Hoca’ya katılıyorum:
“Futbol şansı 15 pozisyondan birini bile atmamayı mı getiriyor? Bu pozisyonlarda kendimizi hiç mi eleştirmeyeceğiz? Atamazsanız, yiyeceksiniz! Futbol şansı diye bir şeyi kabul etmiyorum.”
Yazın bir kenara:
Bu Galatasaray, her takımı her yerde yenebilir. Bu takım çok iyi takım, çok iyi top oynuyor.
Fatih Hoca’yla aslanlarına güvenimiz tam.
Fenerli dostlar sevindirik olmasın, daha dört hafta var, iki puan da öndeyiz hâlâ...
Bu arada çok güzel, centilmence bir derbi oldu. Heyecan fırtınası halinde geçen bir maçtı.
Galatasaray seyircisi de, bir yandan takımına olağanüstü bir destek verdiği için, diğer yandan Fenerbahçe’ye karşı çirkin hiçbir şey yapmadığı için hak etti büyük bir teşekkürü.
Adaletin bu mu dünya diye isyan ediyorum ama, yine de ‘süper final’le futbol heyecanının bir kaç hafta daha uzamış olmasından mutsuz sayılmam.
İyi ki futbol var!