Bu akşam itibariyle hayatın anlamının değiştiğine tanıklık eden ülkemin insanına başsağlığı diliyorum. Ordumuza ve şehit yakınlarına sabırlar diliyorum. Acı ama gerçekleri işte böyle yaşıyoruz.
Mehmetçiğimiz, uçan kartalla kim bilir hangi mühim hizmet için havalanmışlardı. Yukarıdan bakınca nice hikmetli durumları gördüler. Lakin görevli melek görevini Allah’ın emri ile bu makinanın içinde icra edecekti. Öyle de oldu. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralı Mehmetçiklerimize acil şifalar, yakınlarına da metanetler temenni ediyorum.
Şu muhteşem şerefe bakınız ki bu güzel insanların ölümü Şahadetle süslendi. Allah şahadetlerini kabul buyursun. Aynı kişileri düşünün ki, başka görevlerde olsaydı aynı anda ölüm gerçekleşseydi ne derdik?
Biri şehit, biri öldü olurdu. Bir başkasına, etkisiz edildi, başka birine vuruldu, başka birine idam edildi, trafik kazasında gitti, camdan düştü, yataktan düştü de bıçak karnına saplandı gibi nice ölüm türleri sıralanırdı.
Fakat bu kardeşlerimizin kaderi, yolu, hedefi aynı olduğu için ölümlerin şereflisi ile milletin gönlüne gömülecekler. Gelin isterseniz değişmez hakikate dönelim, bakalım ve kulluğumuzu hatırlayıp gereğini yapalım.
Biliniz ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs ve aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir. Yağmurun bitirdiği ot çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur. Otları sapsarı görürsün. Sonra çerçöp olur. Ahirette çetin bir azap yahut Allah’ın mağfiret ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir. (Hadid 20)
Biliniz ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs ve aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. İşte biz bunu yaşıyoruz. Bize oyun gibi, eğlence gibi geliyor. Veya böyle hayat tarzı olmalı diye inanıyor ve yaşıyoruz. Kazandıklarımızla ve soylu evlatlarımızla övünüyoruz. Bizi kim yıkabilir? Sorusunu sormuyoruz ama yaşıyoruz. Gurur, kibir, yüz çevirme, tepeden bakma ve en yakınlarımızı bile tanımama hastalığına kapılıyoruz.
Tıpkı bir yağmurun yeryüzünde otları, ağaçları yeşertip gelişmesini sağladığı gibi bizler de malımız, mülkümüz, makam ve mevkilerimiz, etrafımızda ki pervane olan insanlarımızla gururlanır dururuz. En kötüsü de bu kazanımlarımızın ebediyen bizim olduğuna ve bizimde hiç zeval bulmayacağımıza inanırız.
Sonra otlar kurur. Otları sapsarı görürsün. Sonra çerçöp olur. Dostlarım lütfen dikkat edelim şu muhteşem benzetmeye bakar mısınız? İnsan da böyledir. Gelişir, serpilir, gürlerler ama bir zaman geçer tıpkı otlar gibi insanoğlu da sararıp solmaya başlar. Sonunda ölüm denilen kapıdan geçer. Çerçöp olur. Mezar dediğimiz mekânda artık esamisi okunmaz. Hem de ne çabuk unutulur.
Bu dünya da yaşadığının karşılığını öteki âlemde görür. Ya büyük mükâfatlara nail olur veya azaba duçar olur.
Allah bizlere hayatında ölümünde hayırlısını versin. Hesabını veremeyeceğimiz ameller işletmesin. “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var” özdeyişi unutmayalım. Hem dünya hayatı şudur. “Rahmı maderden çıktım, indim pazara / Bir kefen aldım döndüm mezara.” Hayat bu kadardır. Siz yarına ne hazırladığınıza iyi bakın.
Bugün iki değerli hocamızın terhisini gördük. Yahya Kutluoğlu hocam ve Prof. Dr. Ömer Faruk Harman hocam ömür sermayelerini tüketip gerçek yurtlarına hicret ettiler. Bugün annem ve babamın da ölüm seneyi devriyesidir. Allah bütün geçmişlerimize, şehitlerimize ve hocalarımıza rahmet eylesin.
Düşünebilecek, anlayabilecek ve uygulayabilecek Cuma bayramı diliyorum.
Selam ve dualarımla.
Saim ORAL, Kartal 5 Mart 2021