Bursa'dan İstanbul'a konservatuar okuyup, müzisyen olmak için gelen Ata Demirer içinde başka bir adam olduğunu keşfettiği günden beri bir mücadele içinde. Mizah yapmak istediğini anladığında başlayan bu mücadelede çok yol katetti Demirer. Leman Kültür'de sahneye çıktıktan sonra televizyona, oradan dizi sektörüne girdi. İlk filmi, göz bebeği Eyyvah Eyvah'ı çektiğinde sinemanın kendisine ne sunacağını bilmiyordu. Ama Eyyvah Eyvah 3 filmi çekilebildiğine göre, sinema seyircisi Ata Demirer'i sevdi. Bundan sonrası için Demirer'in en büyük hayali bol bol film çekmek.
- 'Tamam yırttım' dediğiniz bir an var mı?
- İki an var öyle. İlki Leman Kültür'e ilk çıktığım gece; 23 Şubat 1998. O zamanlar tek istediğim bana sadece bir gece şans tanımalarıydı. Orada Cem Yılmaz meşhur olmuş, ondan sonra kimse tutunamamış, bir sürü insan denemeler yapmış ama olmamış, Leman Kültür'dekiler de denemekten sıkılmış. Beni bir gece denesinler diye üç ay gittim, geldim. En sonunda Genel Yayın Yönetmeni Tuncay Akgün, 'Gel, hadi çık!' dedi. Sahneye çıktım, seyirci güldü; 'Hayalim gerçek oluyor, bundan sonrası bana bağlı' dedim. Çünkü kaderinizin başkalarının eline kalması çok fena bir şey. Daha iyi olursam, daha komik olursam, daha çok çalışırsam, 'Tutar ve bu piyasada kalırım' dedim. Bir sene oynadım Leman Kültür'de... İrili, ufaklı gösteriler... Oradan televizyon, Avrupa Yakası falan derken bir hareket oldu. İkinci an ise; Eyyvah Eyvah filminin gala gösterimi öncesinde yaşandı. Filmi yazdım, çektik ama ne yaptığımızı bilmiyorduk, buna yönetmen de dahil! Çünkü filmi ekipten olmayan birine seyrettirmemiştik. Gala öncesi gece, filmin renklerine ve sesine bakmak için Kanyon'daki salona girdik, yapımcımız Necati Akpınar, salonda temizlik yapan çocukları çağırdı. 19-20 yaşında iki çocuğa filmi izletti. Gece yarısında, bomboş salonda bizle birlikte o iki çocuk filmi izledi. Bir gülmeye başladılar, orada 'Tamam!' dedim. Biraz vasat üstü bir şey bile çıksa, film yapmak için bana cesaret verir diye düşündüm.
- Oysa Bursa'dan İstanbul'a sahneye çıkmak ve film yapmak için gelmemiştiniz...
- Bursa'dan buraya İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda okumak için geldim. Ud çalıyordum ve iyi bir şarkıcı olabileceğimi düşünüyor ve mücadele ediyordum. Konservatuara piyanist şantörlükten gelmiştim. Yaşım tutmadığı halde, gündüz okula gidip geceleri piyanist şantörlük yapıyordum. İhtiyaç olsun olmasın, en başta hevesten yapıyordum. İhtiyacımız da yoktu. Sonra bir anda içimde başka bir adam olduğunu keşfettim. Onun peşine gittim. Aslında müzikle mizah paralel gidiyor.
- İstanbul sizin için nasıl bir yerdi?
- Rahat ettiğim bir yerdi. Konservatuara girdiğimde rüyada gibiydim. Herkes bana benziyormuş gibi geldi; şarkılar söyleniyor, danslar ediliyor... Bursa'da bu konuda çok yalnızlık çektim. Bursa'da da çok iyi müzisyenler var ama benim kendi aile çevrem tekstil işiyle uğraşıyordu. Dayım, babam gibidir. O benim fabrikada müdür olup, sağ kolu olmamı istiyordu. Ben de bambaşka bir adam olduğumu ona bir türlü anlatamıyordum. 'Çalgıcı mı olacaksın?' durumunu yaşadım. Sonra konservatuarı kazanınca en büyük destekçim oldu. Sahneye çıktığım zaman hep beni destekledi. İlk gösterimi herhalde bin kez izlemiştir. İstanbul bana o kadar çok şey verdi ki... Tüm hayallerim gerçek oldu.
- Ya Bursa?
- Şiveli konuşma, insan sevmek, mahalle duygusunu bilmek, tüm bu alaturka renklerimi Bursa'dan aldım. Geleneksel ve klasik benim vazgeçilmez kavramlarım. Modernleşme ve yenilenme karşıtı değilim ama geleneksel ve klasiği bilmeden herhangi bir yenilenme ve modernizmi yaşayamazsın. Bu konuda tutucuyum.
- Pavyonlarda da çalışmışsınız zamanında, nasıl bir kültür kattı size?
- Piyanist şantörlük yapmıştım. Tüm katkısını Eyyvah Eyvah serisinde görüyoruz aslında. Müzisyen muhabbeti, müzisyenlerin hayatı, onlar için değerli olan şeyleri, bunları hep oralarda öğrendim. Müzisyen adam, parasını alsın evine götürsün, kaç lira alacağını bilsin, başı derde girmesin gibi şeylerle ilgilenir. Uğur Yücel müzisyenler için 'Kedi gibi adamlar' der. Öyledirler gerçekten. Sakin, işini yapan...
ÇEKİMLERDE GÖZÜM KARARIYOR
- Bursa'dan İstanbul'a uzanan bu macerada, Eyyvah Eyvah serisinin üçüncüsüne kadar geldiniz. Garanti gördüğünüz için döndüğünüz bir iş mi oldu?
- Eyvah Eyvah 3'ü yapma fikrimiz yoktu. Fakat çok özledim, bu kadar özleyeceğim aklıma gelmezdi! Çanakkale'ye her gidişim ızdırap oldu. Yazlığımız Geyikli'de, beni her gören, 'Abi niye yapmıyorsun? Niye bize bunu yapıyorsun?' dedi durdu. Sonra 'Ben kendime neden bunu yapıyorum?' diye düşünmeye başladım. Bir şeyleri tekrar etmek, bir şeyden nemalanmak sevdiğim şeyler değil. Bu zamana kadar üzerime kolay kolay bir şeyi yapıştırmadım. Avrupa Yakası'ndaki Volkan'ı bile... Fakat Hüseyin Badem ve diğer kahramanlar beni 'Yapışırsa yapışsın, çok özledim' noktasına getirdi.
- Serinin üçüncüsü çok sevilmezse diye korkuyor musunuz?
- Yazarken insanların güleceğini biliyorsun ama çekmeye başladığında korku başlıyor. Filmi yazarken komikliğini görüyorum. Seyirci olabildiğim ve komik olup olmadığını anlayabildiğim tek zaman dilimi filmi yazdığım aşama. Oynamaya başlayınca, çekimler başladığında gözüm kararıyor ve espriler sürprizini kaybediyor ve doğal olarak film vizyona girene kadar huzur bulamıyorum.
- Altın döneminizde misiniz?
- Orta yaş tecrübe kazanılan ve insanın ayaklarının yere basmayı başladığı dönemler. Zaman çok hızlı geçiyor. Bu dünyada geçireceğimiz zaman sınırlı. O nedenle vakit kaybetmeden çok film yapmak istiyorum.
Birileri benim için proje yapsın istiyorum
- Tutan bir karakteri devam ettirmenin sınırı nedir?
- Devam filmleri vardır tek bir karaktere yaslanır, Rambo gibi. Rambo'yu bulursanız, devam filmini yapabilirsiniz. Eyyvah Eyvah çok komedyenli, çok karakterli bir film. Firuzan, dede, baba, Müjgan bunların hepsi film için çok değerli ve sarsılmaz birer karizmaları var. Film için olmazsa olmazlar... Hepsinin bir öyküsü olsun, bir şey anlatsın derdinde olunca yan karakterler de güçlü olmak zorunda kalıyor. Hüseyin'in Müjgan'a aşkı gerçek bir aşktı. Sonradan çok gerçek oldu ama (gülüyor)... O zaman Müjgan'ın çok güzel ve iyi bir oyuncu olması gerekiyor. Sadece güzel kadın figürüyle olacak bir durum değildi. Hüseyin'in en yakın arkadaşı olacak olan Firuzan'ın çok çok iyi bir kadın komedyen olması gerekiyordu. Öyle bir kadın komedyen yok denecek kadar az. Demet Abla çok çok iyi bir oyuncu. Şimdi öyle bir oyuncuya da, 10 sayfa yazıp, 'Ben 70 sayfa oynanayım' denmez. Benim yapmak istediğim şey, Yeşilçam'daki Arzu Film, Ertem Eğilmez ekolünün yaptığı... Hatırlarsınız o filmleri; büyük kadrolar büyük komedyenler... Benim içimde olan şey de bu. Mümkün olduğu kadar buraya yaklaşmak için çaba sarf ediyorum.
- Sinemaya epey sarmış vaziyettesiniz yani...
- Öyle ve o yüzden sahne işini epey baltaladım. Özlüyorum sahneyi ama sahnedeki esprileri de kendim yazdığım için yetişemiyorum. Bir dengesini tutturacağım. İki senedir sahneye çıkmıyorum ama 2014 bitmeden sahneye çıkacağım gibi görünüyor. Amerika'da büyük yazı grupları var, bu işler için. Benim öyle bir şansım yok. Bana kimse 'Bunları yazdım birlikte çalışalım' diye bir şeyler getirmiyor. Keşke öyle birileri çıksa gelse. Ama gelmiyor, ya çok amatörce oluyor ya da beni kendi projesine angaje etmeye çalışıyor. Benim için düşünülmüş senaryolara ya da sahne projelerine ihtiyacım var.
- Bir komedyenin kaç filmi olabilir şu hayatta?
- Ne kadar olabilirse o kadar olsun istiyorum. O sayıyı sürekli arttırmak istiyorum. Göçüp gidiyoruz, 41.5 yaşımdayım... Bu yaşlarda oynayacağım şeylerin oynanması gerekiyor. Zaten 20-30 arası yok, hiçbir şey yapmadım neredeyse. 30'da başladı kariyerim, Neredesin Firuze'yle... Yeşilçam'da bunun yüz katı film yapılıyormuş. Şimdi senede bir film zar zor çıkıyor. Ben senede iki-üç tane yapmak istiyorum. Her zaman komedi olması şart değil, melodram olabilir, komedi dram olabilir, müzikal olabilir. Ama güzel film olsun. Akılda kalıcı olsun. Bir daha denk geldiğinde bir kere daha izletecek filmler yapmak önemli.
- Yöreler mi komediyi yaratır, yöresel karakterler mi?
- Yöreler üzerinden bir komedi ekolü başladı ama benim için karakter önemliydi. Hüseyin Badem, Tek Kişilik Dev Kadro 2 gösterimde yer alan bir karakter. Kışın çok özlüyorum oraları. İlk Eyyvah Eyvah'ı yazdığımda tamamen oraları özlediğim için, o karakterin oyundan çok, komik hallerini bildiğim için karakter üzerinden gittim. 'Bir Diyarbakır filmi yazayım' diye oturulmaz herhalde. Orayı bilen ve seven biri bu tez üzerinden gidebilir. Russell Crowe geliyor, burada mekan bakıyor. Çünkü bir Çanakkale filmi çekecek. Öykü bir coğrafyayı istiyorsa olur, ama lokal bir atış yapmak gereksiz. Şu an bir Bursa hikayesi yazıyorum çünkü Bursalıyım ve yaşadığım bir dönemden yola çıkarak, bununla ilgili bir şey anlatacağım.
İstanbul bana kızacak ama evim Bozcaada
- Film çekmediğiniz ve senaryo yazmadığınız dönemde neler yapıyorsunuz?
- Yaz mevsimiyse, yüzüyoruz, bağ bahçe ile ilgileniyoruz. Biraz şarapçılığa merak sardım bu aralar.
- Üzüm falan ekiyorsunuz...
- Yok içiyorum (gülüyor)... Şaka bir yana inceliyorum üzüm olayını. Fabrikalara gidiyorum, bir meyve nelere dönüşebiliyor çok ilgimi çekiyor. Zeytin de aynı şekilde. Bir de resim merakım var. Bütçem yettiğince satın almaya çalışıyorum. Ermeni ressamlara merakım var; Civanyan, Yazmacıyan onları beğeniyorum, Cihat Burak'lar falan. Müzayede müzayede gezip, resim toplayan biri değilim ama resim bakmayı seviyorum. Karaköy'de oturuyorum ve boş günlerimde galerileri geziyorum, heykele merakım var. Bir de yurtdışına çıkıyoruz. Ama Contemporary'e ilk gün gidenlerden değilim.
- Evinizi neresi olarak tanımlıyorsunuz?
- İyi soru! İstanbul bana kızacak ama Bozcaada. Kuzey Ege diyeyim daha doğrusu. Oraya gittiğimde bir rahatlama geliyor üzerime. Ama kötü şeyler de geliyor kulağımıza, inşallah olmaz! Yeni imar planının yol açacağı şeyler çok tehlikeli. Bozcaada'da tarım arazisi çok, onlara ev yapma izni verilirse bir anda Avşa'nın uğradığı istilaya uğrayabilir. Tüm özelliğini kaybeder. Halkın sağduyusuna güveniyorum. Yunan adalarına gittiğinde üzülüyorsunuz; 'Bizde de böyleydi' diye iç geçiriyoruz. Değişim ve gelişim kaçınılmaz ama Prag gibi gelişelim. Yıkmayalım, yok etmeyelim.
- İnsanlardan bunaldığınız için mi Bozcaada'ya kaçıyorsunuz?
- Yok yok ben insan severim. Denizci bir aileden geliyorum, balık ve temiz deniz çok seviyorum. Sıcakla çok aram yok, Antalya'da tatil yapamam. Ben soğuk seviyorum belki de kilolu olduğum için böyle.
- Tekneniz vardı bir dönem, maceraler yaşadınız mı?
- Eyyvah Eyvah filminde geminin altında kalma hikayesini birebir Çanakkale Boğaz'ında yaşadık. Ama öyle filmdeki gibi kurtulma şansın yok. Kaptan hatası! Üzerimize projeksiyonlar açıldı, Rusça küfürler falan, ölümden döndük. Geminin altına girdi tekne, tüm sahil güvenlik kurallarını ihlal etmişiz. Filme ekledim durumu.
Cam gibi güzel bir adamdan komedyen olmaz
- Hayat boyu rejimde gibi hissediyor musunuz kendinizi?
- Aynen öyle. Sürekli. İnsanın hayatına rejim girip çıkar. Kilo alırsın rejim girer hayatına, kilo verirsin rejim hayatından çıkar. 20 kilo verdim tamamen sağlık için. İşimi yapamıyorum, merdiven çıkarken zorlanıyorum, nefes nefese kalıyorum, tansiyonum yükseliyor, çorabımı giyerken zorlanıyorum. Bunlar pis şeyler. Biraz zaman kazanmak istiyorum.
- Flinta gibi bir adam olsaydınız, bu kadar başarılı olur muydunuz?
- Bilmiyorum. Bu kadar başarılı olup olmadığımı da bilmiyorum. Şişman bir çocuk olmanın yaratıcılık olarak beni tetiklediğini düşünüyorum çünkü yalnız kalıyorsun çocukken. Yeteneklerin Allah tarafından verildiyse, bu bakış açısı sende varsa, başka bir vücutla da, başka bir hayatta da da bunu arardın diye düşünüyorum.
- Yakışıklı adamdan komedyen olur mu?
- Olur. Beyin bence işi bitiren şey. Cam gibi bir güzelliğin varsa olmaz. O tip durumlarda şahıs da kendi fiziğine çok takıldığı için oradan bakıyor. Ama güzel kadından komedyen olur. Meg Ryan mesela. Demet Abla da hoş bir kadın...
- Arkadaşlarınızı gülmekten öldüren biri misiniz?
- Biraz ciddi bir adamım. İşimi iş sahasında yapmak önemli bir şey. Çok yakın arkadaşlarımın arasında kendimi rahat bıraktığımda eğlenceli bir adama dönüşebilirim. Komik adam olunca sürekli skor yapma derdine düşüyor insan, o acıdığım bir durum. Hiç sevmediğim bir şey. Fazla ciddi ve gerginim sanırım. Çok insan beni snop sanıyor halbuki o benim çekinme halim. Kendimi korumak için, kendimi çekiyorum. Yengeç burcuyum ben.
- Duygusalsınız yani...
- Haddinden fazla. Ufacık şeyleri çok takıyorum kafama. Başkası olsa bu kadar düşünmez. İnsan ilişkilerinde bana kullanılan kelimeler ve benim kullandığım kelimeler sürekli bir denetlemeye tabii tutuluyor kafamda. Otokontrol mekanizması ben de RTÜK gibi. Ben kendimi o kadar eleştiriyorum ki...
Özge kendi sınırlarını bilen biridir
- Eşiniz de Bozcaadalı oldu mu?
- Oldu, çok seviyor. Biz denizi ve suyu çok seviyoruz. Dalıyoruz beraber. Biz Özge ile ruh ikiziyiz. Aynı şeyleri seviyoruz.
- Ne zaman anladınız ruh ikiziniz olduğunu?
- Biz iki film çektik beraber, daha önce arkadaş olduğumuz için, birlikte olmadan önce birçok şeyi arkadaşım olarak onunla paylaştığım için anlıyordum. 'Hadi bir kadeh bir şey içelim' deyince içen, 'Hadi yüzelim' dediğinde yüzen, dalan biri. Bütün bunlardan anlaştığım insanlar grubunda yer aldığını anlamıştım. 'O da bizden' diyordum.
- Evlilik farklı bir tecrübe mi?
- Bizde hiçbir farkı yok sevgili olmanın ya da aynı evde olmanın. Biz evlilik klişelerinden uzak dururuz. Klasik formdaki evlilik değil bizim ki. Biz her şeyden önce arkadaşız.
- Çocuk planınız var mı?
- Her şeyin zamanı var. İkimizde ekran önünde olan insanlarız ve zamanı gelince, Allah verirse olur.
- İyi bir baba olur musunuz?
- Olmayacak gibi olsam, 'Zamanı gelince olur' bile demem. Bebek süper bir şey. Bu filmde bebekle oynarken yiyecektim onu.
- Hâlâ annenizin küçük oğlu musunuz?
- Evet annem öyle bir kadın. Ne kadar büyüsem de onun küçük oğluyum. Yakın oturuyoruz.
- Sorun oluyor mu?
- Hiç, o kendi sınırlarını bilen biridir. Müdahil bir kadın değil.
Sabah Gazetesi