Ekonomi bölümlerinde verilen büyüme-kalkınma derslerinde en fazla üzerinde durulan konu gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere yakınsaması için uygulamaya koymaları gereken en önemli politikanın “katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimi” olduğudur. Bunun anlamı şudur: Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerin ekonomik düzeylerini yakalamaları için yüksek teknoloji gerektiren mal ve hizmet üretmeleri gerekir. Oysa gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda ister teknolojik yetersizlik, ister finansal kaynak yetersizliği gerekçesiyle olsun teknolojik ayrıcalığı olan, Ar-Ge sonucu ortaya konabilecek ve diğer ülkeler için her zaman gerekli olacak malların üretimi için yeterli altyapı bulunmaz. Bu nedenle teknolojik yöntemler kullanılmadan çok zaman doğal yöntemlerle yapılan tarım ve orta düzeyde teknoloji gerektiren sektörler bu ülkelerde ihracat kalemlerinde lokomotif sektörleri oluşturur. Bu durum elbette yüksek kalite ve yüksek fiyat yerine, düşük kalite ve ucuz fiyatlı ürünlerin ihracata yöneltilmesini zorunlu kılar. Gelişmekte olan ülkelerin önemli bir kısmı, uluslararası piyasalarda birbirine benzer mallar satar. Bu ülkeler teknolojik kalite ve marka üzerinden yarışamadıklarından genellikle düşük teknoloji gerektiren en kaliteli ürünü, rakip ülkeden daha ucuza satarak ihracat rakamlarını artırmaya çalışır. Bu nedenledir ki birçok gelişmekte olan ülke sırf ihracatta kendi düzeyindeki rakip ülkelerden daha fazla ihracat yapabilmek için ulusal parasını devalüe eder. Elbette devalüasyon bir süre sonra kendi kuyruğunu sokan akrep gibi tersine etki yaparak bu defa ithal girdilerin pahalanmasına ve üretim maliyetlerinin artarak çıktının daha maliyetli hale gelmesine yol açar. Bu durumda ülke ya kardan zarar edecek ya da o sektördeki ihracat üstünlüğünü kaybedecektir. Dolayısıyla yüksek teknoloji üretemeyen ülkelerin makus talihi, ileride bilinmeyen bir dönemde gelişmiş ülkelerin ekonomik düzeyini yakalama hayaliyle bu şekilde sürer gider.
Peki bu fasit daireden kurtulmak mümkün değil midir? Elbette mümkündür. Söze başlarken ifade ettiğimiz “katma değerli mal ve hizmet üretmek” bunun en temel anahtarıdır. Ancak bu iş ağızdan tek nefeste çıktığı kadar kolay değildir. Türkiye son yıllarda başta savunma sanayi sektörüne yaptığı önemli yatırımlarla “katma değerli mal üretme” konusunda önemli atılımlar yapmış ve küresel ölçekte “bu sektörde ben de varım” diyebilmiştir. Defense News Dergisi’nin 2023 verilerine göre ABD ve Çin dünyanın en önemli silah üreticisi ve ihracat şampiyonları olurken Türkiye de ilk 100 listesine girmeyi başarmıştır. Aselsan, 2021 yılında 49. Sırada bulunurken, 1 yıl içinde 2 sıra yükselerek 2022 yılında 2.008.79 milyon dolarlık hasıla ile küresel ölçekte 47. Sırada yer almıştır. Aselsan’ı Türk Havacılık ve Uzay Sanayii takip etmiştir. 2021 yılında küresel ölçekte hasıla düzeyi açısından 67. Sırada yer alan şirket, 2022 yılında 58. Sıraya yükselmiş ve 1.483.70 milyon dolarlık hasıla gerçekleştirmiştir. Küresel ölçekte savunma sanayiinde ilk 100’e giren üçüncü şirketimiz Roketsan, 2021 yılında 86. Sırada iken 2022’de 80. Sıraya yükselmiş ve 873.35 milyon dolarlık hasıla gerçekleştirmiştir. Listenin 100.sırasına Askeri Fabrika ve Tersane İşletme A.Ş. 443.50 milyon dolarla giriş yapmıştır.
Yüzümüzü güldüren bu verilerle savunma sektörü toplam ihracat içinde %2,4’lük paya sahip olmuştur. Savunma sektörü 2012 yılında 1,3 milyar dolar, 2022 yılında 4,4 milyar dolar ihracat değerine ulaşırken 2023 yılı için bu rakamın 6 milyar dolara yükselmesi beklenmektedir.
Teknolojinin etkin olarak kullanıldığı diğer sektörlerin başında sanayi ve imalat sektörü gelmektedir. TÜİK verilerine göre 2022 yılında teknoloji etkin üretim yapan imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı, %93,8 ve yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %4,3 olarak açıklanmıştır. Bu eğilim, Türkiye’nin yıllar içinde giderek daha fazla teknoloji etkin üretim yapma konusundaki ilerlemesini göstermektedir.
Ancak genele baktığımızda yüksek teknoloji verileri diğer sektörlerin oldukça gerisindedir. 2021 yılında Türkiye’nin yüksek teknoloji ihracatı 6,5 milyar dolar ile toplam ihracat içindeki payı %3’tür. Bu oran Vietnam’da %39, İsrail’de %35 ve Güney Kore’de %33 olarak açıklanmıştır.
Türkiye’nin katma değeri yüksek mal üretme konusunda önemli girişimleri olması yanında dikkate değer çaba göstermesi gereken bir diğer sektör de enerji sektörüdür. Zira büyüyen ekonomisinin en önemli girdi kaynaklarından olan enerjinin önemli bir kısmını ithal etmek zorunda olan Türkiye’nin enerji arz güvenliği ve kendi kaynakları ile enerji üretimini ikame etmesi en az teknolojik ürün üretebilme kabiliyeti kadar önemli bir konudur. 2018 yılından itibaren yaşanan petrol fiyatlarındaki oynaklık üzerine patlayan Ukrayna Savaşı, küresel ölçekte petrol ve doğal gaz fiyatlarında keskin yükselişlerin yaşanmasına yol açmıştır. Öyle ki halen devam etmekte olan savaş nedeniyle Rusya, bir tehdit unsuru olarak gaz borularının vanasını kapatınca başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesi ağır enerji krizi ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Birçok Avrupa ülkesi durma noktasına gelen ekonomilerini kurtarma telaşına düşmüşlerdir. Türkiye açısından durum Avrupa kadar sorunlu olmasa da giderek daha maliyetli bir hal almaya başladı. 2022 yılında 94,2 milyar dolar olan enerji ithalatı nedeniyle açığın 79,8 milyar dolara ulaştığı açıklanmıştır. 2023 yılında 102 dolardan 88 dolara düşmesi beklenen petrolün varil fiyatı, yazı kaleme alındığında 80 dolar civarında seyretmektedir. Bu rakamlara göre yılsonuna kadar 85 milyar dolarlık enerji ithalatının gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu değer, toplam ithalatın %25’ine karşılık gelmektedir. Türkiye’nin cari açığındaki büyümenin en önemli gerekçelerinden olan enerji ithalatında azaltmaya gidebilmek ülke menfaatleri açısından savunma sanayiinde gösterilen gelişmeler kadar önemlidir. Gerçekten de enerji konusunda dışa bağımlılığın azaltılması ülkenin ekonomik bağımsızlığı açısından hayati öneme haizdir. Bu nedenle yerel enerji kaynakları başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer santraller üzerinden üretimi artırarak ithalatın olabildiğince azaltılmasına ve ithalat yaptığımız ülkelerin çeşitlendirilmesine önem vermek gerekir. 100lerce nükleer santrale sahip olan Fransa savaş döneminden önemli bir enerji darboğazı yaşamazken enerji ithalatının %45’ini uzun yıllar boyunca ucuz Rus gazı ile tamamlayan Almanya’nın savaşın başlaması ile ne kadar güç duruma düştüğü tüm enerji ithalatçısı ülkeler için ibretlik bir durumdur.
Cari açığın kapanması ve döviz rezervinin artırılması için anahtar durumunda olan ihracatımızın artırılması konusunda devletimiz imkanları çerçevesinde desteğini vermektedir. Geçtiğimiz günlerde Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada 2023 yılının ilk 10 ayında 8 milyar TL hibe şeklinde teşvik olarak verildiği ve yıl sonuna kadar bu rakamın 10,2 milyar TL’ye yükseleceği belirtilmiştir. 2024 yılında ihracatçıya yapılacak desteğin 20 milyar TL’ye yükseltileceği açıklanmıştır.
Devletin ihracata ve ihracatçıya verdiği önemi göstermesi açısından bu teşvikler önemlidir. Ancak verilecek desteklerin enflasyonu da dikkate alarak planlanmasının ihracatçıya sağlayacağı katkı açısından faydalı olacağı kanaatindeyiz. Öte yandan Hazine ve Maliye Bakanlığımız ve Merkez Bankamızın ortak çabaları ile enflasyonu düşürme konusunda sıkılaştırıcı para ve maliye politikaları uygulandığını ve bu kapsamda kredi ve desteklerin önemli ölçüde kısıtlandığını da kabul etmek gerekir. Bu sıkılaştırıcı politikalar dileriz orta vadede enflasyonu kabul edilebilir düzeylere çeker. İş insanları olarak ekonomimiz ne kadar stabil, öngörülebilir ve sağlam olursa her alanda girişimlere de o derece etkin ve güvenle dahil olmamız ve ülkemize daha fazla ihracat geliri kazandırmamız mümkün olacaktır.